Sevilen bir kadın can demekti. Bu yüzden en çok canım denirdi ona; otasında bir eliflik nefes hacmiyle. Nazan Bekiroğlu.
Onu yalnız Adem değil bütün bir alem bekledi. Belliydi Havva’nın geleceği, gelmeyecek olan böyle beklenmezdi.
Eninde ve sonunda bütün ölümler benziyor birbirine, öğrenirsiniz. Ve bölünür hayatınız bir kör bıçağın ucuyla tam orta yerinden ikiye: Senden önce, senden sonra.
Birine altı çizili kitaplarınızı vermek, yaralarınızı emanet etmektir bir bakıma…
Geleceğim demedim, bekliyor mudur?
Kahramanı sen olsan da, hikaye benim..!
Bir sıkıntının geçeceğine duyulan güven, ona dayanmanın tek çaresiydi.
Oysa fazla değil, varlığında duyduğum sevinç ile yokluğunda duyduğum acıdan ibaret bir aşkım olsun istiyordum sadece. Bu kadar sadeydi isteğim. Başka bir şey istemiyordum. Meğer aşk indiği kalbi ihya ediyordu ya, ihya edemezse yok ediyordu. Kazasız belâsız kurtulmanın imkânı yoktu.
Adı koyulmamış hiçbir şeyin gerçek anlamda var olduğuna ikna olamayan bir kalbin sahibiydim ben.. Aklımla kalbimin, hâlimle sözümün, teslimiyetimle ve vehmimin arasında kaldım ben. Aklımı gösteren ismimle aşkımı gösteren ateş arasına düştüm, o uçurumda yittim ben. Aynı anda iki şey olunamadığı için aşkın saltanatında, o uçurumda yitirdim ben.
Rabbim, çok yorgunum. Bana bütün haberlerin yerini tutacak bir haber gönder. Üzerime bir iyilik ve güzellik kondur.
Aşk bahane, herkes kendini seviyor
Özleyenler bilir, uyku bir gereksinim değil, sığınma talebidir geceye.
Seni seviyorum demek ruhun ve bedenin bütün zerreleri zikre susamışken, söylenmezse ölmek demekti. Söylemem değildi mesele, söylemezsem ölmemdi. Biri, birisine seni seviyorum dediğinde fikrimce yer ile gök titrerdi.
Ateşe düşmeyen yanmayı nereden bilsin? Elini bıçak çizmeyen kanın rengini nasıl öğrensin?
Senin de, söyle kalbine kuşlar konuyor, içinde laleler açıyor mu?
Çok zordu Yusuf’u görmeyen gözün Züleyhâ’yı anlaması…
Çok kolaydı Yusuf’u görmeyen gözün Züleyhâ’yı kınaması…
Ey sıkıntı şiddetlen, nasılsa geçeceksin.
Dilsiz düşünce yoktur da, duygu çoğu kez dilsizdir.
Her şeyin, bir şeyle bir şey arasında durduğu daha baştan uyarılmış bu hikayede çok şeyle bir şeyin arasında kaldım.
İyi de affa değer olanı zaten herkes affeder. Asıl af, affa lâyık olmayanı da affetmek değil mi?
Rabbim, dedi Adem, senden af dilemeye bildiğim kelimeler yetmiyor, bana yenilerini ver.
Allah’ım artık yoruldum. Bana bir güzel rüya göster.
Ne zaman ki birine güvendik; Kolumuz, kanadımız, gönlümüz kırıldı.
Artık sebeplerim, sonuçlarım bu dünyaya sığmıyor. Savunmama gelince, sebebim yok ki bahanem olsun. Bahanem yok ki savunmam olsun.
Hâli bilmeyen kelâmı neylesin, Kelâmı bilmeyen hâli ne diye bilsin?
Her şeye razıyım, ama Seninle aramdaki bağı bozma. Bana kaderimi sorgulatma. Neden, diye sordurma.
Benim acım dindiyse dinmeyecek acı yoktur.
”Hayatta başıma gelebilecek en güzel şeydi. Onun gelişinden önce ne varsa hükmünü yitirdi. Kendi geçmişimi yeniden kurdum. Onunla yorumladım ondan evvelki her şeyi. Onsuz bir geçmişim sanki yoktu.”
Oysa sevmek, en fazla, neyi sevdiğini fark etmek demektir ve seven biraz da neyi sevdiğini bilendir.
Aşkın zamanı yok anı var, kelamı yok ama ışığı var…